“Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur!.”
Hz.Muhammed ( S.A.V )
Ramazan-ı Şerif’ten sonraki şevval ayında oruç
tutmak öteden beri sevimli bir adet olarak gelmiştir.Bir ay boyunca
oruca alışmış olan insanlar, şevval ayında da altı gün oruç tutmaya
büyük bir ilgi göstermiş, hatta teravih gibi sıcak bir ilgiyle şevval
ayı orucunu sürdüre gelmişlerdir… Elbette bu sıcak ilgi sebepsiz
değildir. Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri, şevval ayı orucunun bir
sene oruç tutmuş gibi sevaba vesile olacağını duyurmuş, bu yüzden de bir
ay Ramazan orucu tutanlar, şevvalde altı gün oruç tutmakla bütün seneyi
oruçlu geçirmiş olma sevabını kaçırmak istememişlerdir. Bu konudaki
hadisi ve yorumunu şöyle ifade edebiliriz:
“Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur!.”
Demek ki, bir aylık Ramazan orucundan sonra şevvâlde
de altı gün oruç tutarak orucunu otuz altıya çıkaran kimse, bütün seneyi
oruçlu geçirmiş gibi sevap almaktadır.
Âlimlerimiz, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi sevap almanın izahını şöyle yapmaktalar:
Ramazan boyunca oruç tutan insan her orucuna on sevap
almışsa yekûnu üç yüz eder. Şevvâl ayında tuttuğu altı orucuna da
onardan altmış sevap alınca, eder üç yüz altmış. Yani bir sene..
Dolayısıyla hadîsin işaret ettiği sırra nâil olur. Bütün seneyi oruçla
geçirmiş gibi mânevî kazanç elde edebilir..
Aslında bu gibi mânevî konularda esas olan, o işi
ihlasla yapmak, büyük bir gönül arzusu ile talip olmak mühimdir. Bâzen
öyle oruçlar olur ki, tutanın gönlünde beslediği derin ve sâfî ihlas
yüzünden 360 gün değil, belki 360 senelik nâfile oruç sevabını
alabilir.. İhlas ile kim ne isterse Rabbimiz onu verebilir. Bu bir niyet
ve yorum meselesidir.
Tıpkı yolun kenarına uzaklardan bir taşı yuvarlayarak
güç bela getirip yerleştiren adamla, bu taşı oradan aynı güçlükle
uzaklaştıran bir başka adamın niyeti ve yorumu gibi.
Biri düşünmüş ki:
- Bu çölün ortasında yaşlı bir adam yolda giderken
bineğine binmek istese, üzerine çıkıp da hayvana binebileceği yüksek bir
yer yoktur. Öyle ise şu taşı yuvarlayıp yolun kenarına getireyim de,
yolda gitmekte olan yaşlı ve çocuklar hayvanlarına binmek istediklerinde
taşın üstüne çıkıp bineklerinin üzerine kolayca atlasınlar, sevabı da
bana olsun. Adamın bu hâlis niyetine bakan Rabbimiz ondan razı olmuş,
istediği sevabı ihsan eylemiş.
Böyle güzel niyetle getirilen taşı oradan öfke ile yuvarlayıp uzaklaştıran adam ise şöyle düşünmüş:
- Bu taşı buraya getiren kimse ne kadar da yanlış bir
iş yapmış. Hiç düşünmemiş ki, gözleri görmeyenler, karanlıkta fark
edemeyenler taşa takılıp yere düşerler. Şu taşı buradan uzaklaştırayım
da kimse takılıp yere düşmesin, sevabı da bana olsun. ..
İşte bu adam da taşı buradan uzaklaştırdığından
dolayı Allah rızasını kazanmış, ümit ettiği sevaba nail olmuş.. Her
ikisinde de niyet hâlis, yorum makul…
Biz de sâfi bir niyetle altı gün orucumuzu tutarsak,
belki Rabbimiz bu niyetimize, bu bağlılığımıza bütün seneyi oruçlu
geçirmiş gibi sevaplar ihsan edebilir, hatâlarımızı affedebilir..
Rabbimizin hudutsuz rahmetine kimse sınır çizemez. Kimse kendi
cimriliğini O’ na da şâmil kılamaz.
Bu orucun arka arkaya olması şart değildir. Şevvâl ayı içinde olması yeterlidir.
Bir de Ramazan içinde tutulamayan oruçlar varsa, önce
o borç olanı tutmak da makul ve meşru olur. Bir an önce borçtan
kurtulmayı düşünmek elbette çok yerindedir. Ancak borcu sonra da
tutabilirim diye de düşünebilir.. Bu bir tercih meselesidir. Her ikisi
de caizdir.
Bir diğer husus da, şevval ayında iki bayram arası nikah yapılmaz iddiası vardır ki, artık bu batıl iddia etkisini kaybetmektedir. Çünkü
Aişe validemizin nikahı şevvalde olmuş, yani iki bayram arasında
yapılmış, ne uğursuzluk, ne de bir başka dinî yasak söz konusu olmuştur.
Bu yanlış yorum şuradan da beslenmiş olabilir. Şayet bayram cuma gününe
rastlarsa, bayram namazı ile cuma namazı arası iki bayram namazı
arasıdır. Böylesine dar bir vakte nikahı sıkıştırmayın, iki bayram
namazının dışında yapın nikahınızı, tavsiyesini, Ramazan ve Kurban
Bayramı arası gibi geniş zamana yayanlar, böyle bir yanlış anlamaya
sebep olmuşlardır, diye de düşünülebilir.
Bir Menkîbe
Süfyanı Sevri anlatıyor:
- Ben Mekke-i Mükerreme’de üç sene oturdum.
Mekkelilerden bir kimse her gün Harem-i şerife gelir, tavaf eder, namaz
kılar ve sonra bana selam verip giderdi. Ben bu kimse ile tanıştım. Bir
gün o kimse beni yanına çağırdı. Bana dedi ki:
-Ben öldüğüm vakittekendi elinle beni yıka,
namazımı kıl ve defneyle. O gece beni terk etmeyip kabrimde gecele.
Mükireyn suali anında bana Tevhid’i telkin et!, dedi.
Ben de o kimsenin istediklerini yapmayı kabul
ettim. Bana emrettiğinin aynını yaptım: Kabrinde geceledim. O gece uyku
ile uyanıklık arasında iken :
-Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı, diye bir ses işittim.
O zaman:
-Ne sebeple bu lütfa eriştin, diye sordum
Bana cevap olarak:- Ramazan-ı Şerifin orucunu tutup Şevval’den altı gün daha eklemem sebebiyle, dedi.
O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi göremedim.
Abdest aldım, namaz kıldım, uyudum; böylece üç kere gördüm. Bildim ki bu
Rahmanîdir; şeytandan değildir. O zaman da kabrin yanından ayrıldım ve
“Ya Rabbi! Beni Ramazanın orucuna ve Şevval’den altı gün orucuna
muvaffak kıl” diye dua ettim. Allahü Teala Hazretleri beni de muvaffak
kıldı.